29 Mayıs 2010 Cumartesi

Tesalya Harbi'ni bilir misiniz?

Son zafer Yunan Harbi


TÜRKÜ BİLE YAKILDI

Osmanlı Devleti’nin kazandığı son zafer 1313 (1897) tarihli Yunan Harbi’dir. Bu harb vesilesiyle yakılan meşhur Dömeke Türküsü bile Çanakkale’ye mâl edilir.

24 SAATTE GEÇTİLER

Yunanlıların Girit’e taarruzu üzerine kopan harbde Osmanlı ordusu, otoritelerin “6 ayda geçilemez” dediği Termofil geçidini 24 saatte geçip Atina önüne gelmişti

Sakarya ve Dumlupınar bir yana bırakılacak olursa, Osmanlı Devleti’nin kazandığı son harb, 1313 (1897) tarihli Yunan Harbi’dir. Tesalya Harbi adı da verilen bu harbden kimsenin fazla haberi yoktur. Mekteplerde bahsedilmez. Merasimi yapılmaz. Bu harb vesilesiyle yakılan meşhur Dömeke Türküsü bile Çanakkale’ye mâl edilir. Sebebi çok basit; bu harbi Sultan Hamid kazanmıştır da ondan... Sadece Yunan Harbi mi, Niğbolu, Mohaç, Preveze, hatta Malazgirt bile unutulmuştur. Bilmeyen Türk tarihini Çanakkale’den ibaret zannedecek. Halbuki Çanakkale büyük bir harb içinde lokal bir savunma muharebesidir. Mağlubiyeti engelleyememiş; hatta harbi geciktirerek kaybın faturasının ağır olmasında rol oynamıştır. Son zamanlarda sürekli ön plana çıkarılmasının sebebi, iktidarlarını resmen kaybedeli 100 yıl geçmesine rağmen, bazılarının şahsında hâlâ varlığını sürdürmeye çalışan İttihatçı zihniyete sunî bir şeref pâyesi kazandırmak arzusudur. 250 bin kayıp verilen, en güzide vatan evlâtlarının toprağa düştüğü bir zafer! “Çanakkale’de destanlar yazdığı” için milletin Enver Paşa ve arkadaşlarına borçlu olduğuna inananlar bile vardır. Herkes bunların bütün bu belâları milletin başına açıp, sonra da “Tavşana kaç! Tazıya tut!” hesabı belâyı savmak için biraz uğraşarak kahraman kesildiklerini bilmez değil ki...

Kaynak: Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci, Türkiye Gazetesi, 26 Mayıs 2010

Not: Yazının tamamı için bkz.
http://www.turkiyegazetesi.com/makaledetay.aspx?ID=448825

23 Mayıs 2010 Pazar

Hocalı Katliamı

DİRİ DİRİ YAKTILAR

Bundan tam 18 yıl önce... Hocalı katliamı, Karabağ Savaşı sırasında 25 Şubat 1992 tarihinde Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ bölgesindeki Hocalı kasabası, Ermeniler tarafından gerçekleştirilen insanlık dışı bir vahşet olarak tarihe geçti. Uluslarası gözlemcilerin raporuna göre katliam, 366. Rus Motorize Piyade Alayı’nın desteğindeki Ermeni silahlı kuvvetleri tarafından gerçekleştirildi. İnsan Hakları İzleme Örgütü, Hocalı Katliamını Dağlık Karabağ’ın işgalinden bu yana cereyan eden en kapsamlı sivil kırımı olarak gösterdi. Saldırıda 2 bin 605 aileden ibaret 11 bin 356 kişinin yaşadığı Hocalı kasabası tamamıyla yok edildi. Ermeniler, 25 Şubatı 26 Şubata bağlayan gece bölgedeki giriş ve çıkışları kapadı. Hocalı’da sivil, kadın, çocuk, yaşlı ayırımı yapmadan Azeri resmî rakamlarına göre 613 kişiyi katletti. Katledilenlerin 83’ü çocuk, 106’sı kadın ve 70’ten fazlası ise yaşlıydı. Bu katliamdan toplam 487 kişi ağır yaralı olarak kurtuldu. 1275 kişi rehin alındı. 150 kişinin ise kaybolduğu belirtildi. Cesetler üzerinde yapılan incelemelerde birçoğunun yakıldığı, gözlerinin oyulduğu, kulakları, burunları ve kafaları ile vücutlarının çeşitli uzuvlarının kesildiği görüldü. Aynı vahşetten hamile kadınlar ve çocuklar bile nasibini aldı.

BİR ÇIĞLIK İŞİTTİM

Vahşeti yaşayan ve sonra Beyrut’a yerleşen Ermeni gazeteci Daud Kheyriyan, For the Sake of Cross (Haçın Hatırı İçin) adlı kitabında anlattığı şu olay ise tüyler ürpertiyor: “...Gaflan denen ve ölülerin yakılmasıyla görevli Ermeni grup, Hocalı’nın 1 kilometre batısında bir yere 2 Mart günü 100 Azeri ölüsünü getirip yığdı. Son kamyonda 10 yaşında bir kız çocuğu gördüm. Başından ve elinden yaralıydı. Yüzü morarmıştı. Soğuğa, açlığa ve yaralarına rağmen hâlâ yaşıyordu. Çok az nefes alabiliyordu. Gözlerini ölüm korkusu sarmıştı. O sırada Tigranyan isimli bir asker onu tuttuğu gibi öteki cesetlerin üstüne fırlattı. Sonra tüm cesetleri yaktılar. Bana sanki yanmakta olan ölü bedenler arasından bir çığlık işittim gibi geldi. Yapabileceğim bir şey yoktu. Ben Şuşa’ya döndüm. Onlar Haç’ın hatırı için savaşa devam ettiler.”

http://www.turkiyegazetesi.com/makaledetay.aspx?ID=448426

Kaynak: Osman SAĞIRLI, Türkiye Gazetesi, 23 Mayıs 2010

9 Mayıs 2010 Pazar

Camileri parti binası bile yapmışlardı

Camiler, tek parti döneminde kapatılmış, depo yapılmış, yıkılmış, kiraya verilmiş, parti binası ve spor kulübü lokali bile yapılmıştı

1966 yılında, İsmet Paşa muhalefet lideriyken, kendi döneminde camilerin kapatılmadığını iddia edince, dönemin önde gelen gazetecilerinden Mehmed Şevket Eygi, Yeni İstiklal Gazetesi'nde vatandaşlara bir çağrıda bulunarak "CHP döneminde yıkılan, satılan, kiraya verilen, depo ve müze yapılan camiler hakkında resim, yazı ve bilgi" göndermelerini istemişti. Gelen yazı ve resimlerin bir kısmı Yeni İstiklal Gazetesi'nde yayınlandı. 2003 yılında ise bu mesele Mehmed Şevket Eygi tarafından "Yakın Tarihimizde Câmi Kıyımı" adıyla kitaplaştırıldı. Kitabın başlığının altında ise "Kapatılan, satılan, yıkılan, kiraya verilen, depo yapılan, CHP ocağı, saz ve içki evi, spor kulübü lokali haline getirilen, müzeye dönüştürülen binlerce mâbedin hazin hikayesi" şeklinde bir ibare vardır. Bu kitap, Türk tarihinin bu en acı hadisesini teferruatlı olarak anlatır.

CAMİ KAPATMAK İÇİN KANUN

15 Kasım 1935'te "Cami ve mescitlerin tasnifine ve tasnif harici kalacak cami ve mescit hademesine verilecek muhasasat (maaş, ödenek) hakkında" bir kanun çıkarıldı. 2845 numaralı kanunda "Tasnif harici tutulan cami ve mescitler usul ve mevzuata göre kendilerinden başkaca istifade edilmek üzere kapatılır" hükmü vardı. Bu tarihten sonra yüzlerce cami kapatıldı, depo yapıldı, satıldı, yıktırıldı, parti binası bile yapıldı.

Anadolu'nun birçok yerinde yüreği parçalanan vatandaşlarımız birleşerek yapılış amacı dışında kullanılan cami ve mescitleri satın alıp, tekrar ibadethaneye dönüştürmeye çalıştılar. Tokat'ta Kâbe Mescit isimli ibadethane 1940'lı yıllarda kiraya verilerek, tuz deposuna dönüştürülmüştü. 1949'da satışa çıkarılınca dört Tokatlı burayı satın alıp, tekrar ibadethaneye dönüştürdü. 4 Ocak 1967 tarihinde Yeni İstiklal Gazetesi'ne gönderilen bir mektupta Tokat'ta 33 cami ve mescitin yıktırıldığı ve bir kısmının arsasının satıldığı ifade edilmişti.

MESCİT PARTİ BİNASI OLDU

Anadolu Hisarı Barutçular Sokak'ta bulunan Göksu Mesciti (Mihrişah Valide Mesciti) Mihri Şah Sultan tarafından yaptırılmış, İkinci Mahmud tarafından yenilenmişti. Göksu Mesciti ibadethanelikten çıkarılarak, CHP Ocağı yapıldığı gibi, üzerine de partinin simgesi altı ok konulmuştu. Çok partili dönemde Göksu Mesciti tekrar ibadethaneye dönüştürüldü.

KONYA'DA DEPO YAPILAN CAMİLER

Şevket Eygi'ye mektup gönderen Mevlüt Çınar, Konya'daki durumu şöyle ifade etmişti:

İnönü istibdadı zamanında Konya'daki ibadethanelerin durumu şöyledir:

1- Sultan Alaaaddin Camii: Depo oldu; 2- İplikçi Camii: Müze oldu; 3- Kışla Camii: Depo oldu; 4- Battallar Camii: Depo oldu; 5- Paşa Camii: Depo oldu; 6- Cıvıllıoğlu Camii: Depo oldu; 7- Kapu Camii: Depo oldu; 8- Sultan Selim Camii: Depo oldu; 9- Sahibata Camii: Depo oldu; 10- Sadreddin Konevi Camii: Depo oldu; 11- İnce Minareli Camii: Depo ve Müze oldu; 12- Havacı Camii: Depo oldu; 13- Karadayı Camii: Depo oldu.

Mehmed Şevket Eygi, Câmi Kıyımı, s. 38-39.

Kaynak: Erhan Afyoncu, Bugün Gazetesi, 9 Mayıs 2010 Pazar

4 Mayıs 2010 Salı

İnönü-Hitler Benzetmesinin Hatırlattığı

Mehmet Barlas bir makalesinde şöyle yazmıştı:

Adalet Bakanı olduğu dönemde Medeni Kanun'u Türkiye'ye getiren (1926) ve bu kanunun gerekçesini yazan, 1930'larda bakanlıktan ayrıldıktan sonra Atatürk'ün emri ile gençliğe "İhtilal'in Hukuk Tarihi"ni üniversitede ders olarak okutan Mahmut Esat Bozkurt'un (1892-1943) bir değerlendirmesini hatırlatalım:

- Zamanımızın bir Alman tarihçisi gerek nasyonal sosyalizmin, gerekse faşizmin Mustafa Kemal rejiminin çok az değiştirilmiş birer şeklinden başka bir şey olmadıklarını söylüyor. Çok doğrudur. Çok doğru bir görüştür. Kemalizm otoriter bir demokrasidir ki, kökleri halktır, Türk milletidir. Piramide benzer; temelleri halk, tepesi yine halktan gelen baştır ki bizde buna şef denilir. Şef otoritesini yine halktan alır. Demokrasi de bundan başka bir şey değildir. ("Atatürk İhtilali", M.E.Bozkurt, Kaynak Yayınları, Sayfa 88)

Kaynak: Sabah Gazetesi, 06/04/2006

Vakit Gazetesi bugün şu resmi neşretmiş:



Kendisini Hitler’e benzeten Baykal’a cevap veren Erdoğan’ın; “Böyle bir siyasî figür arıyorsanız, eski genel başkanınızın fotoğrafına bakın... Onun, Hitlervari bıyıklarının altından size gülümsediğini göreceksiniz” sözleri, Hitler ile İnönü arasındaki benzerlikleri hatırlattı.

Kaynak: Vakit Gazetesi internet sitesi, 4 Mayıs 2010

Bu konuyla ilgili bir yazısında İnönü'yü müdafaa etmeye çalışan Fatih Altaylı, şu bilgiyi yazıvermiş:

O günlerde Cumhuriyet Gazetesi Hitler’in fikirlerini savunuyor, faşist bir çizgide yayın yapıyordu.

Kaynak: Fatih Altaylı, Habertürk, 05 Mayıs 2010

Engin Ardıç şöyle yazmış:

Cumhuriyet gazetesi eskiden "tarihten yapraklar" gibilerden küçük bir köşe yapardı, "kırk yıl önceki Cumhuriyet'ten" diye bir şey... Gazetenin eski haber ve yazılarından küçük örnekler... Uzun zamandır okumayı bıraktığım için, şimdi de var mı bilemeyeceğim. Fakat ne hikmetse, o kırk yıl önce muhabbeti tam da İkinci Dünya Savaşı'nın başına gelince kesilir, hooop, yine gazetenin çıkışına, 1924 yılına dönülür, sil baştan yapılırdı. Neden acaba? Sakın, İkinci Dünya Savaşı'nda Cumhuriyet gazetesinin Almanya'yı ve Hitler'i desteklemiş olduğunu gençlerin öğrenmelerini, yaşlıların da hatırlamalarını engellemek için olmasın?
 
Kaynak: Engin Ardıç, Sabah Gazetesi, 1 Temmuz 2010



Kaynak: Mustafa Armağan, Zaman, 9 Mayıs 2010, Pazar