27 Kasım 2011 Pazar

Osmanlı Tarihinde Dönüm Noktası

Eshâb-ı kirâm kitabının arkasında, "Eshâb-ı kirâm Kitabında Adı Geçenler" kısmında, 25. Maddede diyor ki:

Abdülmecîd hânın büyük bir hatâsı, memlekete ve bütün islâmiyete çok ağır zararı dokunan, affedilmez bir kabahati olmuştur. Öyle bir hatâ ki, Osmanlı tarihinde korkunç bir dönüm noktası yapmış, bu koca islâm devletinde bir (yok olma devri)nin başlamasına sebep olmuştur. Masonların, islâm düşmanlarının örtbas etmek istedikleri, gençlerden saklamaya çalıştıkları bu hâta, sâf, temiz kalbli hâkânın, azılı ve sinsi islâm düşmanı olan İngilizlerin tatlı dillerine aldanarak, İskoç masonlarının yetiştirdikleri câhilleri işbaşına getirmesi, bunların devleti içerden yıkmak siyâsetlerini hemen anlıyamamasıdır. İngilizlerin Osmanlı devletine karşı korkunç saldırıları ve başarıları sultan Abdülmecîd hânı aldatmakla başladı. İslâmiyeti yıkmak için İngilterede kurulmuş olan (İskoç mason teşkilâtı)nın kurnaz üyesi Lord Rading İstanbula İngiliz sefîri olarak gönderildi. 1250 [m. 1834] senesinde Pâriste ve sonra Londrada Osmanlı sefîri bulunan Mustafâ Reşîd pâşa, aldatılmış, mason yapılmıştı. Bunun sadr-ı a'zam yapılması için, Lord Rading sultana çok dil döktü. (Bu aydın, kültürlü ve başarılı vezîri sadr-ı a'zam yaparsanız, İngiltere imparatorluğu ile Devlet-i aliyye arasındaki bütün anlaşmazlıklar kalkar. Devlet-i aliyye ekonomik, sosyal ve askerî sahâlarda ilerler) diyerek halîfeyi aldattı. 1262 [m. 1846] da sadr-ı a'zam olan pâşa, iş başına gelir gelmez, hâriciyye nâzırı iken, Rading ile el ele verip, hazırlamış olduğu, (Tanzîmât) kanûnuna istinâd ederek, büyük vilâyetlerde mason locaları açtı. Câsûsluk ve hıyânet ocakları çalışmaya başladı. Gençler, din câhili olarak yetiştirildi. Londradan alınan plânlarla bir yandan idârî, zirâ'î, askerî değişiklikler yaptılar. Bunlarla gözleri boyadılar. Öte yandan da, islâm ahlâkını, ecdat sevgisini, millî birliği parçalamaya başladılar. Yetiştirdikleri kimseleri işbaşına getirdiler. Bu senelerde Avrupada, fizik, kimyâ üzerinde dev adımlar atılıyor. Yeni buluşlar, ilerlemeler oluyor. Büyük fabrikalar, teknik üniversiteler kuruluyordu. Osmanlılarda bunların hiçbiri yapılmadı. Hattâ, Fatih devrinden beri medreselerde okutulmakta olan fen, matematik derslerini büsbütün kaldırdılar. Din adamlarına fen bilgisi lâzım değildir diyerek, kültürlü, bilgili âlimlerin yetişmelerine mani oldular. Sultan Abdülmecîd hân zamanında dünyada iki büyük islâm devleti vardı. Biri Osmanlı devleti, ikincisi Hindistândaki Gürgâniyye hükümdârlığı idi. Her iki devletin sultanları, islâm dîninin bekçisi idiler. İslâm düşmanı olan İngilizler, bu iki bekçiyi yok etmek için, çok kurnaz plânlar hazırlamıştı. Önce, Gürgâniyye devletini parçalamaya karar verdiler. Böylece, Asyadaki müslümanları başsız bırakacak, hem de Hindistânın hazînelerine, ticâretine hâkim olacaklardı. Fakat, Osmanlıların buna mani olmasından korkuyorlardı. Bunun için Osmanlıları Ruslarla savaştırmaya çalıştılar. Avusturya ve Prusya, Osmanlı-Rus savaşının önlenmesini istediler. Rusya da bunu kabûl etti. Fakat İngilizler, Reşîd pâşayı harp etmeye teşvîk ettiler. Yardım edeceklerine, zafer kazanacağına, böylece Osmanlıların bir numaralı adamı olacağına inandırdılar. Reşîd pâşa, Osmanlı devletinin başına geçeceğinin çılgınlığı içinde, İngilizlere maşa oldu. 26 eylül 1269 [m. 1853] de, Bâb-ı âlîde yüzaltmışüç (163) kişi topladı. Rusyaya harp açılmasına karar verdi. Sultan Abdülmecîd hânı da, tuzağa düşürüp, tasdik ettirdi. Rusyaya harp ilân edildi. Osmanlı devletinin başını derde sokan İngilizler, Hindistândaki fâcia ve felaketlere başladılar. 1274 [m. 1857] de, Delhîde, büyük ihtilâl çıkardılar. İkinci Behâdır şâhı, oğulları ile birlikte Kalküteye götürüp habs ettiler. Gürgâniyye devleti yıkıldı. Hindistânın ilerde, İngiliz imparatorluğuna katılması için, birinci adım atılmış oldu. İngilizler, Rus çarı birinci Nikolanın Kudüste katoliklere karşı ortodoksları ayaklandırdığını ileri sürerek, Rusların Akdenize inmesini hiç istemiyen Fransa imparatoru üçüncü Bonapartı da, Türk-Rus Kırım Harbine sürüklediler. Kendi çıkarları için yaptıkları bu işbirliği, Türk milletine Reşîd pâşanın diplomatik zaferleri olarak tanıtıldı. Düşmanların bu yaldızlı reklâmlar ve sahte dostluklarla örtmeye çalıştıkları imhâ hareketlerini, herkesten önce anlıyan sultan, çok zaman sarayında hüngür hüngür ağlardı. Memleketi, milleti kemiren düşmanlara karşı koymak için tedbirler arar ve Allahü teâlâya yalvarırdı. Bu sebeple, Reşîd pâşayı, birkaç kere sadr-ı a'zamlıktan uzaklaştırdı ise de, kendisine (koca), (büyük) gibi ismler takan bu kurnaz adam, rakîblerini devirip, tekrar iş başına gelmesini becerirdi. Ne yazık ki, sultan kederinden tüberküloza yakalanıp genç yaşında öldü. Sonraki senelerde devlet koltuklarını kapışan, üniversite öğretim üyeliklerine, mahkeme başkanlıklarına getirilenler, hep Mustafâ Reşîd pâşanın yetiştirmeleridir. Böylece (Kaht-ı ricâl) devri açılmasına ve Osmanlılara (Hasta adam) denilmesine sebep olmuştur.

Yazının devamı ve kitabın tamamı şurada bulunabilir:

http://www.hakikatkitabevi.com/download/turkce/05-EshabiKiram.pdf

Not: Bu kitap, Eshâb-ı kirâmın faziletlerini ve üstünlüğünü bildirmesi açısından çok istifadeli bir eserdir, okunmasını tavsiye ederim.

Murat Yazıcı

Sultan Abdülmecid'in çaresizliği

Hilmi Yavuz şunları kaydetmiş:

II. Mahmud'dan sonra Osmanlı'da iktidar bütünüyle üst sınıf bürokratların eline geçmişti ve Abdülmecid devrinde Büyük Reşid Paşa'dan başlayarak Fuad ve Ali Paşa'ların hâkimiyetiydi, söz konusu olan... Prof. Dr. Şerif Mardin, 'Yeni Osmanlı Düşüncesinin Doğuşu'nda, Sultan'ın (Abdülaziz) 'Devlet politikasının belirlenmesinde [..] Fuad ve Ali Paşaların âdetâ esiri' olduğunu söyler. Abdurrahman Şeref Bey'in 'Tarih Musahebeleri'nde bildirdiğine göre ise, Sultan Abdülmecid, bir gün [Büyük] Reşid Paşa'nın elinden kendisini kurtarması için, başını sarayının duvarlarına vurarak Allah'a yalvarırken' görülmüştür. Düşünebiliyor musunuz, Padişah, sadrıâzâm'ından kurtulabilmek için Allah'a yalvarıyor! Ne hazîn bir çaresizlik! Osmanlı bürokrasisinin tam mânâsıyla tahkîm edilmesi, Sultan Abdülaziz'in 1876'da tahttan indirilmesinden sonradır. Mardin, '1876'da darbeyi yapan devlet adamlarının, Babıâli bürokrasisine muhalif Yeni Osmanlıların yandaşı gibi görünmelerine rağmen, Ali ve Fuad Paşaların 'politikalarını karakterize eden siyasî gücün tekelleşmesini mantıkî sonuca götürmüş oldukları'nı söyler. Fakat Osmanlı bürokrasisinin hakimiyeti uzun sürmeyecek ve Sultan V. Murad'ın saltanatından sonra II. Abdülhamid, devletin dizginlerini yeniden ele alacaktır.
Cumhuriyetin 2000'li yıllara gelinceye kadarki 80 yıllık bürokratik-hegemonik yapısının, Sultan Abdülhamid'i 'Kızıl Sultan' diye yaftalamasında, onun Osmanlı Bâb-ı Alî'sinin iktidarını tasfiye edişinin öcünü almak arzusunun payı var mıdır,-bilemiyorum. Ama bildiğim bir şey var: Kısa ve kestirmeden söylemek gerekirse Tanzimat, bürokratik bir eylemdir, -Bâb-Alî'nin üst düzey memurlarının mârifeti!.. Sultan Abdülmecid'i ölümünün 150. yılında hatırlamak, onun bürokrasinin, köksüz ve temelsiz bir Modernleşme işini sürdüren Reşit Paşa misillû devletlilere karşı olan aczîyetini ve çaresizliğini hatırlamaktır... 'Allah'ım, beni bu Reşid Paşa'nın elinden kurtar! çaresizliğini...

Hilmi Yavuz, Zaman Gazetesi, 27.11.2011

12 Kasım 2011 Cumartesi

Nasyonel Sosyalizm, Faşizm, Kemalizm

Mehmet Barlas yazıyor:

Bu tür davranış bozukluklarının daha çarpıcı olanı ise, Cumhuriyet'in "Tek Parti" döneminin bugüne "Devr-i Saadet" biçiminde sunulması ve o zamanki sosyo-politik modelin bugüne örnek olabileceğinin varsayılmasıdır.

Adalet Bakanı olduğu dönemde Medeni Kanun'u Türkiye'ye getiren (1926) ve bu kanunun gerekçesini yazan, 1930'larda bakanlıktan ayrıldıktan sonra Atatürk'ün emri ile gençliğe "İhtilal'in Hukuk Tarihi"ni üniversitede ders olarak okutan Mahmut Esat Bozkurt'un (1892-1943) bir değerlendirmesini hatırlatalım:

- Zamanımızın bir Alman tarihçisi gerek nasyonal sosyalizmin, gerekse faşizmin Mustafa Kemal rejiminin çok az değiştirilmiş birer şeklinden başka bir şey olmadıklarını söylüyor. Çok doğrudur. Çok doğru bir görüştür. Kemalizm otoriter bir demokrasidir ki, kökleri halktır, Türk milletidir. Piramide benzer; temelleri halk, tepesi yine halktan gelen baştır ki bizde buna şef denilir. Şef otoritesini yine halktan alır. Demokrasi de bundan başka bir şey değildir. ("Atatürk İhtilali", M.E.Bozkurt, Kaynak Yayınları, Sayfa 88 )

Yazan: Mehmet Barlas, Sabah Gazetesi, 06/04/2006