2 Aralık 2012 Pazar

Kanunî’nin Mektubu


 
Mektubun Mustafa Armağan tarafından sadeleştirilmiş hali şöyle:

Allahu Teala’ya hamdolsun ki, 18 kale almışsınız ve 30 bin kızak Tersane-i Âmire’me göndermişsiniz ve 60 bin kâfirin kellesini kestiğin haberini vermişsiniz. Berhudâr olup dünyada ve ahirette yüzün ak ve ekmeğin sana helâl olsun.

Lakin bu hizmetlerin karşılığında bir tuğ (rütbe) istemişsiniz. Ya Gâzi Bâli Bey, tuğ vefa gereği verilmez. Eğer sen bu hizmeti ve bu iyiliği bize minnet edersen biz dahi bundan önce sana 3 iyilik eyledik, onu söyleriz: Birincisi, sana “Müminlerin Emiri” diye hitab ettik; ikincisi başarılarının mükâfatı olarak “hil’at-ı fâhire” gönderdik; üçüncüsü Rasul-i Ekrem (sas) Hazretleri’nin fetihlerle dolu tuğunu verdik. Seni bu 3 şeyle yüceltip ödüllendirmiştik. Bunlardan büyük ihsân olmaz. İmdi sen de bu iyiliklere şükr eyleyesin ve şükrünü yerine getiresin.

Ve şunu da iyi bilesin ki: Beğlik iki kefeli bir teraziye benzer. Onun bir kefesi cennet, bir kefesi cehennemdir. Bu fani dünyada bir saat adalet eylemek 70 yıl ibadetten üstündür. Hak Sübhanehu ve Teala cümlemizi mahşer gününde âdiller zümresinden eyleye ve o âkıbet gününü hatırınızdan çıkarmayasınız. Ateşin kuru ağacı yaktığı gibi amel defterimizi yaktığı o günden endişe kılıp basiret üzre olasınız.

Ve seraskerliğin ve beğliğin hasebiyle hükmümüzün yürüdüğü yerlerde meydana gelen haksızlıklardan ötürü ceza gününde azarlanırsak biz de senin yakana yapışıp o günde yakanızı elimden kolay kolay kurtaramazsınız. Gayet dikkatli hareket edesiniz, nefsine gurur getirmeyesiniz ve kendi kuvvetim ve kılıcımla memleket fetheyledim demeyesiniz. Memleket evvela Cenâb-ı Bâri’nin olup sonra halife-i ruy-i zemine ısmarlanmıştır. Ve bütün işleri Cenâb-ı Bâri Teâlâ’dan bilesiniz.

Ve işittim ki: Feth eylediğin kalelerin mal ve erzakına Beytülmal için el koymuş ve askerlerine dağıtmamışınız. Bu fiile rızam yoktur. Beşte birine Beytülmal için el koyup diğer kısmını İslam askerine dağıtıp bölüştüresiniz. Zira o ganimet İslam askerinindir.

Ve askerin ihtiyarlarını baban, ortancalarını kardeş ve küçüklerini oğulların yerine sayasın. Babanı hoş tutup ikramda bulunasın, kardeşlerine iyi bakıp saygı gösteresin, oğullarına da merhamet ve şefkat eyleyesin. Ve İslam askerine sıkıntı çektirmeyesin ve mâlik olduğun malını ve nimetini onlardan uzak tutmayıp dağıtasın ve askerin hazinesi yetmeyip sıkıntı çekersen bu tarafa bildiresin, Allahu Teâlâ’nın yardımıyla bin-iki bin kese göndermekten âciz değilim.

Ve reâya (köylü, üretici) tâifesini altından kalkamayacağı vergilerle rencide etmeyesin. Bu husustan çok kaçınasın ki, bizim reâyamız rahat görünce küffâr reâyaları bizim tarafımıza, meyil ve teveccühleri bizim canibimize olur. O yörenin kasaba ve şehrinde oturan ümmet-i Muhammed fukarasını teftiş edip araştırarak sadakaya muhtaç kimse varsa onlara devlet hazinesinden gıda maddesi veresin. Zira fakirler, Hak Subhanehu ve Teala Hazretleri’nin makbul kullarıdır ve Müslümanların beytülmali (hazinesi), Allah’ın kullarının hakkıdır. Ve o taraflarda Peygamber Efendimiz’in evladından oturanlar varsa mukataât ve hazinelerden her birine günlük bir altın vazife tayin edesiniz ve onlara hiçbir şekilde sıkıntı çektirmeyesiniz.

Ve kadı ve hakimlerin başı, fazilet ve kelam madeni Mevlânâ Mustafa’yı (Allah faziletini ziyade eylesin) ordu-yı hümâyunuma kadı atayıp göndermişizdir. Ulaşınca şer’-i şerife son derece itaat edip boyun eğerek kurallara riayette kusur işlemeyesiniz. “Alimler, peygamberlerin vârisleridir” hadis-i şerifiyle âmil olup riâyette kusur komayasınız.

Ve bir insanı bir hizmete kullanmak istersen sakın önceki hâline güvenmeyesiniz. Nice kimseler vardır, eline fırsat geçmediği için zühd ve takvâ yoluna girmiş görünür ama fırsatı ele geçirdiğinde Nemrud ve Firavun kesilir. O kimseleri tekrar tekrar işle tecrübe etmeden hizmetine almayasın. Eğer ilk hali sonraki haline uygun gelirse istihdam edesin. Ve bazı kişiler vardır ki, gündüzü oruçlu, gecesi namazlıdır fakat onlar o kimselerdir ki, dünyaya meyil ve muhabbet edenlerdir. O tip insanlardan çok kaçınasınız.

Ve sen dahi fâni olan nesneye gönül bağlamayasın. Ve bazı köyler ve yerler vakfetmek murâd etmişsin, Yüce Allah’a yemin olsun ki, istersen feth eylediğin bütün vilayetleri vakf et, indimde makbuldür. Ve benden sonra gelen padişahlar senin evlad ve neseplerinin hatırını rencide ederlerse Allah’ın ve meleklerin ve bütün insanların laneti üzerlerine olsun, hatta mahşer gününde davacıları olup onlara husumet ederim. İmdi: Ya Gâzi Bâli Bey, sen dahi atın yüğrükdür ve kılıcın keskin olup ve yiğidin yararları ve işbilir dilâverleri belleyesin ve her nereye yönelirsen atın yüğrük ve kılıcın keskin ve uğrun açık olup Hak celle ve alâ İslam dinine en faydalı olan işlerinde yardımcın ve kollayıcın ve elini tutan yâverin ola. Âmin, Seyyidü’l-mürselîn hakkı için.

Kaynak: Zaman Gazetesi, 2 Aralık 2012

3 Eylül 2012 Pazartesi

Kamalizm Dini

Atatürk’ün çok yakınında yaşayan 3-5 kişiden biri Âfet İnan’dır. Onun yatak odası, Çankaya köşkünde, Atatürk’ün yatak odasının yanında idi. Atatürk, Ankara’dan ayrıldığında Afet İnan’ı da yanında götürüyordu. Afet İnan’ın Medeni Bilgiler isimli bir kitabı var. Prof. Dr Hüseyin Aydın AYDINLANMANIN ANA KUCAĞINDA LAİKLİK VE ATATÜRKÇÜLÜK isimli, çok önemli kitabının 161. sayfasında şöyle diyor: “1929 yılında Atatürk Medeni Bilgiler kitabının yazılmasını genç Afet İnan’a görev olarak verir. Ama Âfet İnan’ı tek başına bırakmaz. Medeni Bilgiler kitabına Gazi Mustafa Kemal çok önem vermiştir. Âfet İnan’ın belirttiği gibi, kitabın yazımı ile bizzat ilgilenmiş, bazı konularını bizzat kendisi yazmış, bazı konularını da baştan yazarcasına düzeltmiştir. Bu kitabın yazımı bitince Atatürk 18.09.1931 tarihli Cumhurbaşkanlığı tezkeresiyle Başbakanlığa göndermiştir!” Bu Medeni Bilgiler isimli kitabın 21-22. sayfalarında şu iddiayı okumaktayız: “Din birliğinin de millet teşkilinde müessir olduğunu söyleyenler vardır. Fakat biz, bizim gözümüz önündeki Türk milleti tablosunda, bunun aksini kabul etmekteyiz. Türkler İslâm dinini kabul etmeden evvel de büyük bir millet idi. Bu dini kabul ettikten sonra, bu din, ne Arabların, ne aynı dinde bulunan Acemlerin ne de sairenin Türklerle birleşip bir millet teşkil etmelerine tesir etmedi. Bilakis, Türk Milletinin milli bağlarını gevşetti. Milli hislerini, milli heyecanlarını uyuşturdu. Bu pek tabii idi. Çünkü Muhammed’in kurduğu dinin gayesi, bütün milliyetlerin fevkinde, şamil bir ümmet siyaseti idi”

Dünkü yazımdan da Prof. Dr. Orhan Türkdoğan’ın KEMALİST SİSTEM isimli kitabından aldığım cümlelerden açıkca anlaşıldığı gibi, Kemalist veya Kamalist rejim, millet anlayışında ve tarifinde dini yani İslâmiyeti tamamen devreden çıkarıyordu. Çünkü Kemalist sisteme göre “İslâmiyet Muhammed’in kurduğu bir Arab dini” idi. “Bizim milli hislerimizi uyuşturmuş ve bizi geri bırakmıştı” Kâzım Karabekir Paşa’ bizzat Atatürk demişti ki: “Karabekir! Kur’an-ı Türkçeye çevirttiriyorum. İstiyorum ki bu millet Kur’an’ın Türkçesini okusun ve o Arab oğlunun ne yaveler yediğini görsün!”

Yine Karabekir Paşa’nın hatıratında belirtildiğine göre, 1923 yılında, Atatürk’ün başkanlığında yapılan bir toplantıda, CHP’nin önde gelen bazı bakanları ve milletvekilleri Türkiye’yi kalkındırmak ve Avrupa devletleriyle dostluklar kurmak için Hristiyan olmamız gerektiğini heyecanla tavsiye etmişlerdi. Sonra bu görüşten vaz geçildi ve Kemalizm’in yani CHP 6 okunun yeni bir din olarak tanıtılmasına karar verildi. Nitekim CHP Edirne Milletvekili Şeref Aykut’un 1936 yılında, İstanbul’da Muallim Ahmet Halit Kitap Evinde bastırılan KAMALİZM (CHP programının izahı) isimli kitabın 2. sayfasında deniliyor ki: “Kamalizm, bunların üstünde, yalnız yaşamak dinini aşılayan ve bütün prensiplerini ekonomik temeller üzerine kuran bir dindir.” Kitabın 15. sayfasındaki iddiaya bakınız: “Kamalizm, bir dindir ki, Onun en büyük ana sıfatlarından birisi de devrimci olmasıdır!”

Sonra CHP milletvekilleri Kamalizm dininin yeni Kâbesini ve yeni Mevlidini yazdılar. Kemallettin Kamu dedi ki:

“Ne örümcek ne yosun/ Ne mucize ne fusun/ Kâbe Arabın olsun/ Çankaya bize yeter!”

Behçet Kemal Çağlar, Sevgili Peygamberimiz için yazılan Mevlidi Atatürk’e uygulayarak her yerde okumaya başladı:

“Ol Zübeyde Mustafa’nın anesi/ Ol güneşten doğdu ol dürdanesi” Örnekler pek çok yerim kalmadı.


Yavuz Bülent Bâkiler, 02 Eylül 2012 Pazar, Türkiye Gazetesi
http://www.turkiyegazetesi.com/makaledetay.aspx?id=547561