25 Nisan 2021 Pazar

Tek Parti Döneminde İslâm Düşmanlığı


Ahmet Kabaklı, "Temellerin Duruşması" (15. baskı, Mayıs 1992), s. 242:


















s  188:



























s. 192:


















14 Mayıs 1947 Cumhuriyet (*):










Cumhuriyet, 7 Eylül 1934 (*):















(*) M. Armağan'ın Twitter hesabından.

12 Nisan 2021 Pazartesi

Mehmed Akif'in Sultan Abdulhamid'e Yönelik Çirkin Sözleri

Murat Bardakçı makalesinde şöyle demiş:

"1908’de ilân edilen İkinci Meşrutiyet’in ardından yayın hayatına giren ve düşünce tarihimizde çok önemli yeri olan “Sırât-ı Müstakim” dergisinde başyazarlık yapan Âkif, “salgın” ve “dua” hususlarına derginin 17 Kasım 1910 tarihli sayısındaki “Koleraya Dair” başlıklı makalesinde temas ediyor. ... İşte, Âkif’in başyazısı:

“Aldığımız mektupların birinde deniyor ki :

“Bir zamanlar memlekete kolera gibi, veba gibi müstevlî bir hastalık gelince fedakârlık yapılarak para ile hafızlar tutulur ve memleketin etrafı devrettirilirdi. Bugün İstanbul’da, civar vilayetlerde koleradan epeyce telefat olduğu rivayet ediliyorken hiç öyle bir teşebbüste bulunmak kimsenin aklına gelmiyor. Sırat-ı Müstakim hükümete bu eski fakat dindarane usûlü ihya etmesini tavsiyede bulunsa büyük bir hayır işlemiş olacak...”

Evet, öyle bir eski usul vardı, lâkin hiçbir vakit dindarane değildi! Hükûmet-i sâbıka mevkini tahkîm için millete savlet eden felâketlerden bile istifade etmek isterdi, yoksa sârî hastalıklara karşı nizâmat-ı sıhhiyeyi tamamiyle tatbikten başka bir tedbir olamayacağını pekalâ bilirdi.

Yıldız’da yüksek sesle tilâvet edilen Buharîler hastalığı defetmek için değil, safdil halkın hissiyat-ı diniyesini okşayarak huluskâr bir padişaha ihlâs celbetmek içindi. Yoksa bir taraftan tâ Rusya hududundaki koleranın gölgesinden ürkerek sarayında en sıkı tedâbîr-i tahfîziyeyi ifâ ettiren; diğer taraftan külhanlar dolusu kütüb-i diniyeyi cayır cayır yaktıran adamın Buhârîler’e, salât ü selâmlara zerre kadar ehemmiyet vermeyeceğini azıcık düşünenler pek kolay kestirebilirdi.

İyice bilmeliyiz ki gerek münferid, gerek sârî ne kadar hastalık varsa, izâlesi için tabâbetin tavsiye edeceği tahaffuzî, şifâî tedâbîrden başka yapılacak birşey yoktur. Esasen bir köylünün bile yakînen bilmesi icabeden bu basit hakikat, bizi öteden beri pek çok aldattıkları için, hâlâ olanca vuzûhuyla gözümüze çarpamıyor.

Şeriat-ı Garra-yı İslâmiye’nin tababete ne büyük bir mevki verdiğini hepimiz biliyoruz da sonra iki üç riyakârın sözüyle yine o şeriata istinad ederek en celî hakikatlere karşı iğmaz-ı ayn ediyoruz!

Hazret-i Peygamber “Cenab-ı Hak hiçbir hastalık vermemiştir ki devâsını da vermiş olmasın. O halde o devâyı aramalısınız.” buyuruyor. Tababetten başka bir şey olmayan ilm-i ebdânı ilm-i edyan kadar takdir buyuran Peygamber’den o devânın dua kitaplarında aranması lâzım geleceği gibi bir işaret yahud bir tasrih ise asla vâki olmamıştır.

Ne hâcet! Suret-i kat’iyede tahrîm ettiği şarabı hazık bir tabibin sözü üzerine tahlil eden; tababeti alelâde san’atlar derecesinde tutmak şöyle dursun, “tahsili farz-ı kifâyedir” diyen bir din-i semavî nasıl olur da etıbbânın vazifesine müdahale eder?

Eâzım-ı eslâfın tercüme-i hallerini, eserlerini okurken pek çoklarının tabip olduklarını, zamanlarındaki terakkiyat-ı tıbbiyeyi tamamiyle ihâtâ etmiş bulunduklarını görmüyor muyuz? Hükemâ-yı İslâm’dan tababetle uğraşan yalnız İbni Sînâ ile Ebûbekir Râzî değildir. Pek çok ekâbir-i ümmet aklın, naklin bu san’at-ı celîleye verdiği mevkî-i hürmeti hakkıyle takdir ederek fevkalâde çalışmışlar, bulundukları asra göre fevkalâde yararlıklar göstermişlerdir.

Bir zamanlar tababetin okur yazar fırka için tahsili mecburî fünûn sırasında bulunduğuna ise medreselerimizin ismi delâlet ediyor.

Herkesçe ma’lûm olan bu hakaiki tekrardan maksadımız okumakla, üflemekle hastalık müdâvâtına kalkışmak zannedildiği gibi dindarâne bir usûl olmadığını, bizim dinimize asla böyle birşey sığmayacağını söylemektir.

Kur’an-ı Kerim hastalara, ölülere okumak için nâzil olmamıştır. Kur’andaki şifa, cehelenin anladığı gibi değildir!...

Fıkra-i meşhurdur ya : Arabînin biri uyuza tutulmuş develeri için Hazret-i Ali’den dua istemiş; müşarunileyh de uyuza karşı en me’sûr duaların katran kadar müessir olamayacağını söylemiştir.

Hazık tabiplerimiz “Koleraya karşı en nâfi bir tedbir-i şahsî varsa o da yiyeceğe, içeceğe yani ‘himye’ye dikkatten ibarettir” diye bağırıp dururken hâlâ bir çoğumuz -mütevekkîlen alâllah- pisboğazlıktan geri durmuyor! Doğrusu tevekkülü pek iyi anlamışız!

Allah aşkına olsun din-i hâlis ile riyayı birbirinden ayıralım; mahz-ı hayat olan Şeriat-ı İslâmiye’yi cehaletimize, meskenetimize, hamakatimize bir hüccet gibi irad edip durmayalım. Lübb-i şeriatı Kitabullah’tan, Siyret-i Resul’ü hadisten alamayacaksak Kitabullah ile, Sünnet-i Resul ile âmil olan hakikî Müslümanlar’ı pîşva ittihaz edelim.

Yoksa, din ile aralarındaki mesafe bu’dü’l-maşrikeyn olan cehele-i cemaate yahut hezele-i ümmete uyacak olursak koleralar, vebalar hakkımızda ayn-ı rahmettir!”.

Not: Bu yazı buraya şu web sayfasından alınmıştır:

https://www.haberturk.com/yazarlar/murat-bardakci/2634778-mehmed-akiften-salgina-karsi-tavsiyeler