24 Temmuz 2010 Cumartesi

Osmanlı’da terk edilmiş bir tek çocuk dahi yoktu

Osmanlı döneminde çocukların eğitimine büyük önem verilir, okula başlayacak çocuklar için Amin Alayı düzenlenirdi.

Osmanlı Türkiye’sinde çocuk, son derecede şefkate lâyık bir varlıktı. Disiplin, terbiye, belirli gelenekler ve kurallar içinde yetiştirilir, asla dövülmezdi. Zira dövülecek bir şey yaptığı nadirdi. Anne ve babası başta bütün büyüklerine saygı gösterirdi.

Okulda dayak nadirdi. Ağırca suçlar için sınıf önünde değnek vurulurdu ki diğer çocuklar ibret alsın. Okul disiplini, her derecede öğrenimde, bugünkü ile kıyaslanmayacak derecede sıkı idi. Bütün dünyada öyle idi. İngiltere’de öğrencilerin resmen -terbiye ve disiplin amacıyla- değnekle dövülmesi -en son soylu okullarında olmak üzere- daha ancak çeyrek yüzyıl önce kaldırıldı.

Çocuğu ebe doğurturdu. Ancak ebenin doğumun müşkül olacağını bildirmesi hâlinde, sultanlar (Osmanlı hânedanı prensesleri) gibi önemli hanımlar için hekim getirtilirdi. 19. asır sonlarında tek tük İstanbul’un ileri gelen ailelerinin doğumda doktor getirttikleri görüldü. Ama 1930’da İstanbul’da bile nadirdi. 1940’larda İstanbul’da ebenin doğurtması çok azalmaya başladı.

Ebeyi, diğer ebeler, yanlarında yardımcı hizmeti vererek yetiştirirlerdi. 1861’de yasaklandı. Bu tarihte Müslüman, Hristiyan, Mûsevî ebelik yapacak bütün hanımlardan Mekteb-i Tıbbiye’de sınav geçirerek ebelik ruhsatı alması şartı konuldu. Bu kuralın ancak büyük şehirlerimizde uygulanabildiği açıktır.

Doğumun 3. günü aile toplanır, yakınlar çağırılırdı. Baba, bebeği kucağına alır, kulağına hafif sesle üç defa ezan okur, üç defa çocuğun adını söylerdi. Sonra konuklar ağırlanırdı.

YETİMLERE DEVLET BAKARDI

Türk toplumunda piç derdi yoktu. Zira zinâ yoktu. Terk edilmiş çocuk yoktu. Yetimler mutlak devlet himayesinde idi. Bu hususta Türk toplumu, Avrupa toplumundan asırlarca ileridedir. Yakın zamanlara kadar Batı toplumunda gayri meşru ve terk edilmiş çocuklar, büyük sosyal âfetlerden biri idi. Meselâ 1815’te Fransa’da hükûmet, 82.000 terk edilmiş, sahipsiz çocuk tesbit etti, bu rakam 1830’da 118.000’e yükseldi, sonraki yıllarda daha da arttı. (Schoelcher, Esclavage et Colonisation, Paris Üniversitesi, 1943, s.62, not 2)

Sosyal faciayı daha iyi anlamak için, şunları hatırlamak yeter: Fransa nüfusu 1815’te 29.3 ve 1830’da 32 milyondu (Avrupa’da o devirde Avrupa topraklarındaki nüfus bakımından 1.) Demek aşağı yukarı her 300 nüfustan biri, terk edilmiş çocuktu. Bunu yalnız çocuk nüfusuna oranlarsak, çıkan sonuç korkutucudur. İngiltere’de durum, -Dickens’ın romanlarından anlaşılacağı gibi- daha kötü idi. Fransa ile İngiltere’nin o yıllarda dünyanın en kalkınmış ülkeleri sayıldığını da hatırlıyorum.

Terk edilmiş, daha doğrusu savaşlar ve düşman istilâsı dolayısıyla kimsesiz kalmış çocuklar meselesi, ilk defa 1913’te, Balkan Savaşı’nda yenilmemiz üzerine yepyeni bir problem şeklinde ortaya çıktı. 1918’de problemin boyutları büyüdü. 1922’de çok büyüdü. Babası şehid olan, anası ölen binlerce çocuk himayesiz, yersiz yurtsuz kaldı. Gene Birinci Cihan Savaşı’nda Türk çocuğunun karakteri de değişmeye başladı.

Yılmaz Öztuna,
Türkiye Gazetesi, 24 Temmuz 2010 Cumartesi

1 yorum:

  1. "Türk toplumunda piç derdi yoktu. Zira zinâ yoktu."

    Ne güzel anlatıyor değil mi..?

    YanıtlaSil