10 Kasım 2010 Çarşamba

Son Padişah tahtını nasıl kaybetti?

Saltanatın kaldırıldığı tarih 1 Kasım 1922’dir. Böylece 6 küsur asırlık bir devlet maziye gömülüyor, onun mirası üzerinde yeni bir rejim kuruluyordu. Artık bir hükümdar bulunmadığına göre bu rejimin adı cumhuriyet idi. O halde cumhuriyetin ilânı 29 Ekim değil, 1 Kasım demektir. Türk tarihinde bir dönüm noktası olan bu gün tahtını kaybeden hükümdar da tarihin en münakaşalı şahsiyeti hâline gelmiştir.

BİR ENKAZIN ÜZERİNE OTURDU

Sultan Vahîdeddin, Sultan Abdülmecid‘in oğullarının en küçüğüdür. Üç aylıkken annesini ve bir ay sonra da babasını kaybetti. Şehzâde iken, yaveri Mustafa Kemal Paşa ile beraber, Almanya ve Avusturya’ya resmî ziyarette bulundu. İttihatçılara şiddetle muhalifti. Onların memleketi felâkete sürüklediğini görüyordu. Bu sebeple İttihatçı erkânı şehzâdeyi devamlı göz hapsinde tuttular; hatta bir ara ortadan kaldırmaya teşebbüs ettilerse de muvaffak olamadılar. 4 Temmuz 1918’de ağabeyi Sultan Reşad’ın vefatı üzerine tahta çıktı. Osmanlı Devleti’nin son kılıç alayı 31 Ağustos’ta tertiplendi.

Ancak bu sıralarda Cihan Harbi’nin korkunç neticeleri alınmak üzereydi. Suriye cephesinin çökmesi üzerine 30 Ekim 1918’de Mondros Mütârekesi imzalandı. Mağlubiyetin vesikası olan bu mütârekeyi imzalayan Rauf Bey (Orbay) ve diğer delegeler saraya arz-ı tazimat için geldiklerinde, padişah kendilerini kabul etmedi. Memleketi harbe sokan İttihatçı reisleri mütârekeden hemen sonra yurt dışına kaçtılar. Sultan Vahîdeddin’in elinde ancak düşmana teslim olmuş ve milletin sefalet içine düştüğü bir ülkeyi idare etmek kaldı.

PAŞA! DEVLETİ KURTARABİLİRSİN!

8 Şubat 1919 tarihinden itibaren düşman askerleri memleketi işgale başladı. Fiilen işgal altındaki İstanbul’dan vatanın kurtarılamayacağını anlayan padişah, bir kısım yakınlarının “Dünyaya karşı harb edilemez!” sözüne aldırmayarak Anadolu’da teşkilat kurmak üzere bir başkumandan göndermeyi kararlaştırdı. İttihatçı muhalifi üst rütbeli Palabıyık Ziyâ Paşa ve Çerkes Ferid Paşa buna dair teklifi özür dileyerek reddetti. Bir ara kendisi Anadolu’ya geçmeyi düşündüyse de, İngilizlerin, “Eğer Anadolu’ya geçersen İstanbul’u Yunanlılara işgal ettirir, taş üstünde taş bırakmayız” tehdidi üzerine vazgeçti.

İngilizler, mütârekenin tatbikini yerinde teftiş etmek üzere Anadolu’ya bir müfettiş gönderilmesini istediler. Padişah bunu fırsat bilerek, İttihatçılarla arası açılmış bulunan ve kendisine gösterdiği sâdıkâne ve mültefit tavrıyla öne çıkan yaveri Mustafa Kemal Paşa’yı saraya çağırdı. Paşa, İttihatçı aleyhtarlığı sebebiyle İngilizlerin kabul edebileceği nâdir isimlerdendi. Üstelik bu vazifeye uygun üst bir rütbedeydi. Nutuk’ta anlatıldığına göre kendisine, “Paşa, paşa! Şimdiye kadar devlete çok hizmet ettiniz. Asıl şimdi yapacağınız hizmet hepsinden mühim olabilir. Devleti kurtarabilirsiniz” dedikten sonra, 9. Ordu Müfettişi olarak, fevkalâde geniş salâhiyet ve malî imkânlarla Anadolu’ya gönderdi. Vazife yazısını Sadrâzam Ferid Paşa’nın imzaladığı Mustafa Kemal Paşa, 19 Mayıs 1919’da İngiliz işgali altındaki Samsun’a çıktı. Vatanseverlerin tertiplediği kongrelere delege olarak katıldıktan sonra Ankara’ya gelerek burada bir meclis topladı ve geçici bir hükûmet kurdu. Burada İstanbul hükûmetiyle iş birliği içinde çalıştı ve meclisin bütün gayesinin padişahı fiilî esaretten kurtarmak olduğunu her fırsatta deklare etti.

İNGİLTERE’NİN YEGÂNE MAKSADI

Padişah bundan sonra İstanbul’daki işgal kuvvetlerini oyalamak ve Anadolu’daki mücadeleyi gözden uzak tutmak için türlü siyasî gayretler içine girdi. El altından milleti teşvik ederek Anadolu’ya silah, mühimmat ve subay yolladı. Mektepler, mescidler yollama memurluğu hâline geldi. İstanbul câmilerinde zafer müyesser olması için Kur’an-ı kerîm ve mevlidler okutturdu. Bunları görüp sarayı sıkıştıran işgal kuvvetlerine, “Benim haberim yok. Bunları önleyeceğim” diyordu. Hatta onları inandırmak için Kuvvâ-yı İnzibâtiye’yi kurdu. Bu kuvvetlere el altından Anadolu’daki harekete katılma emri verildi. İzzet, Ali Rızâ, Sâlih, Tevfik Paşa gibi Anadolu hareketini açıkça destekleyen sadrâzamlar vazifelendirildi. Zaman zaman İngiliz baskısını tolere edebilmek üzere Damat Ferid Paşa gibi İngiltere’ye yakın bir diplomatı sadrâzam yapmak mecburiyetinde kaldı.

İstanbul’da toplanan Osmanlı Meclis-i Meb’usânı, vatanın her ne şekilde olursa olsun müdafaasına dair meşhur Misak-ı Millî’yi kabul edince, İtilâf Devletleri meclisi dağıttı. Padişah, şahsını korumak için bırakılan 700 kişilik maiyyet-i seniyye kıt’asını Ayasofya etrafında mevzilendirip câmiye çan takmak isteyenlere ateş emrini verdi. 11 Mayıs 1920’de paraf edilen Sevr Muâhedesi’ni bütün baskılara rağmen imzalamadı. Böylece karşı devlet reisleri de imzalamadı ve anlaşma hükümsüz kaldı. Bu arada dünyanın çeşitli beldelerinde yaşayan Müslümanlar, bilhassa Rusya ve Hindistan Müslümanları, halifeye olan hürmetleri sebebiyle Anadolu’daki mücâdele için aralarında külliyetli yardım toplayıp gönderdiler. Fakat İngiltere de halifeliği kaldırarak Müslüman halkın yaşadığı sömürgelerindeki nüfuzunu kırabilmek için padişah aleyhine çalışmaktan geri kalmıyordu.

Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci, 3 Kasım 2010

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder