10 Kasım 2022:
Ahmet Kabaklı, Temellerin Duruşması, 15. baskı, 1992, s.333-334:
Bilhassa yakın tarihle ilgili bazı gerçekler iyi ve doğru bilinmemektedir. Tarihimizin daha iyi anlaşılması yönünde faydalı olabilecek, karanlık hadiselere ışık tutabilecek makale ve vesikaları burada derlemeye karar verdim. Tabiatıyla, iktibas edilen makalelerdeki görüşler yazarlarına aittir. Allahü teâlâ hâlis niyet, hayırlı netice ve muvaffakıyet nasib etsin.
Nihal Atsız'ın 1944'te ikinci karısı Bedriye'ye yazdığı mektup Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 3 Mart 1962 tarihli 62. birleşiminin 2. oturumunda Meclis kürsüsünden okunarak devlet arşivlerine geçirilmiş (Kaynak: https://twitter.com/thedemirkirat/status/1576553752999301120).
https://www5.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/MM__/d01/c004/b062/mm__010040620066.pdf
Yılmaz BİLGEN, 15.09.2022, Türkiye Gazetesi
Prof. Dr. Hale Şıvgın, “Vahdeddin
henüz 4 aylık bir padişah iken İstanbul işgal edildi. Mustafa Kemal ve
arkadaşlarını kurtuluş umudu ile Anadolu’ya yolladı” dedi.
Prof. Dr. Ali Satan da “Bugün hâlen Vahdeddin haindir iddiasını sürdürmek, bizi tarihi
ideolojik kalıplarla açıklama çıkmazına götürür” diye
konuştu.
Tarih Doktoru Ahmet Anapalı ise “Sultan
Vahdeddin’e hain demek insafsızlık olur çünkü ihanet denilebilecek hiçbir söz
ya da davranışı yok. Yetersizlik derseniz o zaten çok açık” değerlendirmesinde
bulundu. Tarihçi Mustafa Armağan da “Millî Mücadele. Sultan Vahdeddin’in de dâhil olduğu müşterek bir
operasyondu” derken Prof Dr. Ekrem Buğra Ekinci,
Sultan Vahdeddin’in memleketi terk ederek muhtemel bir iç savaş ihtimalini
ortadan kaldırdığı görüşünü dile getirdi.
Dr. Ahmet Anapalı: Sultan Vahdeddin’e hain demek insafsızlık olur
çünkü gerçekten de ihanet denilebilecek hiçbir söz ya da davranışı yok.
Yetersizlik derseniz o zaten çok açık. Hem Mustafa Kemal’in Sultan’a yaverliği
bu noktada dikkate alınmak zorunda. Ayrıca
Samsun, Erzurum, Sivas, Havza ve Ankara’da attığı her adımda Sultan Vahdettin’i
bilgilendiren bir Mustafa Kemal gerçeği var. Yıkım projesi olan Sevr’i bozan isimlerden biri de
Sultan Vahdettin. Üstelik Sakarya zaferi sonrası Ankara’ya tebrik gönderiyor. İzmir'in kurtuluşunu ise Ayasofya’da mevlit okutarak kutladı.
Sultan Vahdettin’in hatalı kararları elbette var ancak ihanet asla. Zaten
Mustafa Kemal de onun hakkında, “Çok
namuslu bir adam öldü. İsteseydi Topkapı Sarayı’nın bütün hazinesini götürür ve
öyle bir ordu kurup geri dönerdi” diyor. Ölümünü duyduğunda ise “Vah vah!
Allah rahmet eylesin, bir tarih kapandı. Kim isterdi ki böyle olsun” diyen de aynı Mustafa Kemal’dir.
Prof. Dr. Ali Satan: Türkiye’nin tarih anlayışı artık hain ya da
kahraman parantezinden acilen çıkarılmalı. Bu, bizi fazlasıyla sığlaştıran bir
boyut kazandı. Sultan Vahdeddin ile ilgili yapılan tartışmalar her şeyden önce
dönem şartlarını dikkate alınmadan yapılıyor. Tarihi
bugünden anlamlandırmak yaşanmış gerçekliğe zarar verir. Bununla birlikte tarihi bu kadar siyasallaştırmak çok
büyük hata. Her devrim doğal olarak önceki yapı ile bir tarih savaşına girer.
Ancak biz de aradan geçen yüz yıla rağmen aynı hava estirilmeye çalışılıyor. Bu
durumdan acilen çıkılması gerekiyor aksi durumda ülkemiz, gelecek nesiller
büyük zarar görür. Kendi tarihimizle barışmak zorundayız. Daha fazla kavga ve
hesaplaşma hevesi ne ülkeye, ne tarih bilimi ne de gençliğimize hiçbir şey
kazandırmıyor. Aidiyet duygularımızı zedeliyor. Sultan
Vahdettin’e hain demek tarihte hain aramaktır. Bundan çıkmak zorundayız. O günün şartlarını göz ardı ederek yaşanmışlıkları
ideolojik malzemeye dönüştürmek yanlış sonuçlar doğuruyor. Sultan Vahdeddin’e
Sevr dâhil hiçbir sebeple hainlik yaftası vurulamaz. Hataları eleştirilebilir
ancak hainlik ithamı büyük hata olur.
Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci: Sultan devlet reisidir. Osmanlı Kanun-i Esasisi’ne ve dünya anayasa hukuku
teamüllerine göre hükûmet işlerinden kabine mesuldür, hükümdar gayrimesuldür.
Sultan Vahideddin tahta çıktıktan sonra olan bitenlerden iş başına getirilen
kabineler sorumludur. Hattı zatında Padişah, aklen ve hukuken ‘vatan haini’ olamaz çünkü memleketi mülkü, halkı da ailesi gibi görür.
Olayın bir diğer boyutu ise Vahideddin Han, memleketi harbe sokan ve felakete
sürükleyen aktör değil tam tersine harbin sonunda tahta çıkan bir hükümdar.
Ülkeyi harbe sürükleyen kadronun büyük kısmı daha sonra Ankara Hareketine
katıldılar ve bunların hiçbirisine önceki yaptıklarından dolayı hesap
sorulmadı. 1 Kasım 1922’de Ankara Meclis’i saltanatı kaldırdı. Padişaha da
can güvenliği kalmadığı için memleketi terk etmekten başka yol kalmadı.
Kalsaydı iç savaşa sebep olabilirdi..
Prof. Dr. Hale Şıvgın: Sultan Vahdeddin’in 3 Temmuz 1918’de tahta çıkışı
kendisi için de sürpriz oldu. Devlet yönetimi konusunda hiçbir tecrübesi
olmayan Sultan Vahdeddin, 4 ay sonra gelen işgalle sarsıldı. İlerleyen
yaşı ve deneyim eksikliğinin yanı sıra Osmanlı’nın en zor döneminde padişah
olan Sultan Vahdeddin itilaf-işgal devletlerinin kurduğu Yüksek Komiserliklerle
tam olarak kuşatıldı. Bir tür devlet içi devletçikler oluştu. Padişah’ın
bağımsız hareket etme şansı kalmadı. Özellikle İngilizlerin ağır baskısı
altındaydı. O şartlara rağmen Mustafa Kemal’i Anadolu’ya yolladı. Gönderen
İstanbul yönetimiydi ancak geri çağıran İngiliz kanadı oldu. Sultan Vahdeddin aciz bırakılmış bir sultan ve Anadolu’yu topyekun
kaybetme korkusu yaşıyordu. O dönem yaşananlara ait belgeler Sultan
Vahdettin’in hain olmadığını ispata yeterli.
Prof. Dr. Mete Tunçay: Ben öteden beri ‘Hain padişah
Vahdeddin’ sözünün, o dönemin şartları içinde söylenmiş
haksız bir şey olduğunu düşündüm. Vahdeddin
siyasi anlamda yanlış hesap yapmış olabilir ama bu onun veya Damat Ferit
Paşa’nın hain olduğu anlamına gelmez. Hain olması için en azından karşılığında bir şeyler alıp
satması gerekir. Vahdeddin’in bir şey alıp sattığını kimse söyleyemez herhalde.
Bu, Cumhuriyet’in kuruluş dönemi koşulları öyle gerektirdiği için dolaşıma
sokulan bir söyleyiştir. Bugün artık bu meselelere çok daha soğukkanlı
bakabilecek ve şefkatle yaklaşabilecek durumdayız.
Prof. Dr. İlber Ortaylı: Osmanlı çökmemiştir. Osmanlı İmparatorluğu bir rejim olarak kendisini feshetti. Son padişah bu feshi kabul etti. Hâlbuki kendisine sadık birliklerle direnebilecekken kan çıkmasın, kavga çıkmasın diye atladı gitti. Orada parasız sıkıntı içinde sefalet içinde öldü. Hatta bakkal bile alacağı için cesedine haciz koymaya kalktı.
Kazım Karabekir hadiseleri şöyle anlatıyor:
İlave: Prof. Dr. Metin Hülagü 26.12.2020 tarihinde şu ilginç belgeyi ve açıklamayı Twitter hesabından paylaştı:
Dinde reformu öneren maddelerin beşincisi: İslam inanç ilkelerinin sadece modern devlete ve halka katkısı olan prensiplerinin korunması ve Batı medeniyetinin bugünkü canlılığı ve başarısının üzerine kurulmuş gibi göründüğü Hristiyan inancının kabulü.
"İhtilali, Paris veya Londralı Jöntürkler değil, Almanya'da eğitim gören subaylar yapmıştır, bütünüyle askeri ve Alman dostu bir ihtilalidir." Bu ifade "Bizim çocuklar yaptı"nın belki de ilk örneğidir...
...
O halde artık bilelim...
Ahmet Kabaklı, Temellerin Duruşması, 15. baskı, 1992, s. 339-340:
Ahmet Kabaklı, Temellerin Duruşması, 15. baskı, 1992, s. 342:
Kaynak: https://twitter.com/EkmenBunyamin/status/1520988400769282049
Mahir Kaynak, Memduh Bayraktaroğlu, Karanlık Mevzular
Fuat Bol'un 30 Nisan 2022 tarihli Hürriyet'teki
makalesi konunun tarihini özetlemektedir:
Asırlar boyu içimizde yaşamış Ermeni vatandaşlarımıza,
bizler, ‘Tebaa-i sadıka’ demiş ve bağrımıza basmışız. Özellikle
Osmanlı’nın son iki asrında Ermeni vatandaşlar, en üst düzey devlet
memurluklarına getirilmiştir.
Osmanlı’nın maliyesi, hariciyesi, imar ve iskân işleri ve
hatta sarayın hekimliği Ermenilere emanet edilmiştir.
Böylesine güvene layık bir unsur, nasıl oldu da ‘tebaa-i
sadıka’dan ‘hain-i devlet’ oldu?
İşte tehcir denilen olayın can alıcı noktası budur. Bu
sorunun cevabı bulunmadan ‘Ermeni sorunu’na doğru bir tespit yapılamaz ve doğru
bir teşhis konamaz.
Bakıyoruz da bu konuya olan hemen tüm yaklaşımlar, can alıcı
bu sorunun cevabı araştırılmadan, ezbere veriliyor. Kimin siyasetine ne uygun
geliyorsa, o şekilde yorumlayıp cevabı bastırıyor.
Evet, doğuda yerleşik Kürt halkına karşı Ermeniler çok
acımasız ve hatta vahşet boyutlarında kıtaller yaptı. Rusya’nın ve Batılı
devletlerin tıpkı PKK’yı kurup üzerimize saldıkları gibi, o gün de Hınçak ve
Taşnak Ermeni terör örgütlerini kurdular. Bunlar da Ermenilerin yoğun bulunduğu
vilayetlerde, mahut azınlığı ayaklandırdılar.
Osmanlı Devleti 9 ayrı cephede 7 düvele ve onların
uşaklarına karşı savaşırken Ermeniler, anılan çetelerin teşvikiyle,
bulundukları mıntıkada sivil ahaliye karşı katliama giriştiler. Ermenilerin
katliamlarıyla yüz binlerce Müslüman katledildi. Ermenilerin, Müslüman ahaliye
yaptığı zulmün örneğine, insanlık tarihi çok az şahit olmuştur.
O günkü hükümet, sadece bu bölgedeki Ermeni ahaliyi tehcire
(imparatorluğun daha sakin, huzurlu ve verimli yerlerine mecburi iskâna) tabi
tuttu.
Bu durum her iki tarafın can güvenliği için elzem görüldü.
İşte bu tehcir esnasında, aile bireyleri öldürülmüş kişiler, intikam amacıyla
bir kısım Ermeni’yi öldürdü.
Yaşananların isimlendirilmesi mukatele yani karşılıklı
birbirini öldürmedir ve asla soykırım değildir. Ayrıca mukateleyi icra eden
Müslümanlardan tespit edilenler yargılanmış ve idam dahil çeşitli cezalara
çarptırılmışlardır.